19 Temmuz 2011 Salı

Tour de France 2011 #4 - 19.07.2011

Tour de France'ın 3'te 2si bitti, önümüzde muhteşem Alpler, sarı mayoda sürpriz bir isim ve her saniyesini izlememiz agereken muhteşem etaplar var. Bugünkü etap bizi Alpler'e götürmek için dizayn edilmiş bir rota gibi gözüküyor. İyi dağ çıkabilen sprinterların mücadelesi olacak, yeşil mayo için önemli puanlar taşıması da bu etabı özel kılıyor. Bugünden sonra yeşil mayo mücadelesi verenlerin Tour'da pek esamesi okunmayacak o yüzden bugün kaybetmek istemeyenler bazı adımlar atmalı. Bu etap ilk haftalarda olsaydı toplu bir sprint finişi bekleyebilirdik ama 3. hafta olması, sarı mayo adaylarının çok olması etabı bir kaçış galibiyetine dönüştürecek gibi gösteriyor. Hatta şöyle söyleyebilirim eğer sarı mayo olmasaydı bu etabı kim kazanır sorusuna vereceğim cevap Thomas Voeckler olurdu. Etabın sonunda pek teknik olmayan ama gelen meteoroloji raporlarına göre zor bir olacağı gözüken inişin de Samuel Sanchez tarafından affedilmesi söz konusu olamazdı ama GC'de 6. olan bir adamın tek başına öyle inmesine pek göz yumulmaz.
Thor Hushovd harika bir TDF çıkarıyor. Özellikle son kazandığı etap müthişti. Bugün de kendisinden bir şeyler bekleyebiliriz, bu senenin kahramanı Hoogerland, Gilbert (kaçmasına Htc izin vermez gibi), Chavanel, geçen sene buralarda kazanan Paulinho ( üstelik Radioshack'in artık biraz kendini göstermesi de lazımken) oluşması kesin gibi gözüken kaçış grubunda olabilecek isimler. Özellikle Voeckler'in taktiği - şu ana kadar tutmuş gözüküyor - pelotonu yavaşlat, kaçış grubundakilere izin ver olunca kaçış grubu galibiyetinden başka bir şey düşünmek biraz zor.
Benim fantazim ise şöyle, Voeckler kendisini pek zorlamayacak olan tırmanışın sonunda atağa kalkar, Cadel'den, Contador'dan, Schleck'lerden daha iyi inişçi ve onlara karşı zaman kazanabileceği tek etap olduğu için kendini riske atar, muhteşem bir solonun ardından rakiplerine 15-20 saniye daha fazla fark atıp etabı tamamlar. Düşünmesi güzel, uygulaması zor ama Voeckler için bir nevi zorunluluk. Alplerde mutlaka zaman kaybedecektir, Paris'te sarı mayo hala hayal gibi görünse de ilk 3'te bitirmek için bu riski alabilir.
Göreceğimiz yerlere gelince, Saint-Paul-Trois-Châteaux şehrin sembolü olan orta çağdan kalma kilisesiyle meşhur. Ayrıca bölge önemli bir şarap ve gastronomi merkezi. Etabın bitişi olan Gap ise Napoloen'un yarattığı bir geçiş noktası. Geçen sene Gap'in kuzeyinden iniş gerçekleşmişti, bu sene batısından inilecek. Sadece bu bile Gap'in nasıl bir kavşak olduğunu gösterir nitelikte. Etabın içerisinde göreceğimiz Suze-La-Rousse'de bir şarap üniversitesi mevcut. Diğer geçeçeğimiz bütün kasabalar da şarap üzerine uzmanlaşmış durumda ve çoğu hala eski tarihi yapısını koruyor.
Bugün Tdf'nin tatil günü olduğu gibi ben de kendime bir tatil yaptım ve Kaş'a gittim. Kaş'ı bilenler vardır, en güzel denize girilecek yerlerden biri tekneyle gidilen Limanağzı koyu. Buraya kara yoluyla ulaşılamıyor dolayısıyla doğanın hala bakir olduğu söylenebilir. Gidebileceğiniz 4 tane tesis var, bunlardan ilkine indiğinizde karşınıza çıkan ilk görüntü koyun biraz yukarısında yarım kalmış bir inşaat. Artık otel mi villa mi pek bilemiyorum ama bu mimari ucubenin doğanın ırzına geçtiğini görmek için insan olmak yeterli. Bu yapının biraz ötesinde de bir otel var. 10 sene sonra buranın bir oteller cenneti olabileceğini kestirmek güç değil. Otel yapılıp insanlar bu yerde kalınca, çöp üretecek, tuvalete girecekler, bu tuvaletler denize akacak, başka biri iyi yatırım deyip bir sürü ağaç kesip başka bir otel yapacak ve bir süre sonra Kaş'ın en güzel yeri mahvolacak ve içine edilmek için başka bir yer bulunacak. Açıkçası ne biyoloğum ne de çevreci sayılırım ama bu tecavüz karşısında üzülmemek için biraz vicdan biraz da ahlak sahibi olmak yeterli. Tour de France'ın bize öğretebileceği sadece muhteşem atletler ve insanüstü mücadeleler değil aynı zamanda çevreye verdiğimiz değer de olabilir. Bize göre köy sayılabilecek yerlerden geçerken helikopter görüntüsünden bile altyapının iyi olduğu ama doğanın ve tarihin mümkün olduğu kadar korunduğunu ya da korunmaya çalışıldığını anlayabiliyoruz. Hiçbir turist rehberinde gözükmeyen yerlerin bile bizler için Elflerin yaşadığı yerler gibi gözükmesi biraz da bundan. Bizim ülkemizde ise kendi haline bırakılsa Elflerin göç etmek isteyeceği bir sürü yer var. Biz sadece elimizde olanı koruyalım yeter. Medeniyet çok katlı binalar, alışveriş merkezleri, üst geçitler, alt geçitler, otobanlar demek değildir. Medeniyet aslında doğaya hakim bir biçimde ama doğaya barışık bir biçimde yaşayabilmektir. Hep bahsettiğimiz muhteşem spor kültürü tek başına oluşmuyor, spor kültürü dediğimiz şey varolan kültürün bir parçası, buna bu yukarıda saydıklarım da dahil. Tabii bir alternatif daha var bütün bu Avrupalılar gerizekalı doğrusunu biz biliyoruz diye de düşünebiliriz, ne demiş John Lennon "living is easy with eyes closed, misunderstanding all you see". Yani gözlerimizi kapattığımızda sadece bizim düşündüklerimiz bize doğru gelebilir, cehalet erdemdir!.


Hiç yorum yok: